Beyin cerrahı Prof. Dr. Türker Kılıç: Erdemle ilişkimiz kopuyor, bu önemli bir tehlike

images
Prof. Dr. Türker Kılıç 8 üyeli Dünya Sanat ve Bilim Akademisi Mütevelli Heyeti’ne seçildi. İstinye Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin dekanı olarak görev yapan Prof. Dr. Kılıç öğrencilerini yetiştiriyor, hastalarına şifa veriyor. Neredeyse yaşamının her anı planlı; ne doğadan vazgeçiyor ne müzikten. Bilimle, felsefeyle yakından ilgili... Beyin ve zihin üzerinde çalışmaları olan Kılıç, bir süredir hakikat sonrası (post-truth) dönemden erdem sonrası (post-virtue) döneme geçtiğimizi söylüyor.

Dünya Sanat ve Bilim Akademisi, Albert Einstein’ın (Alman fizikçi) fikir babası olduğu uluslararası bir oluşum. Akademi, devletlerin meclislerine, kurumlarına bilimsel danışmanlık hizmeti veriyor. Akademinin mütevelli heyetine seçilen ilk beyin cerrahı olan Prof. Dr. Türker Kılıç, beyin ve zihin üzerine yaptığı çalışmalarla biliniyor.

Farklı bir biliminsanı Prof. Dr. Türker Kılıç; hayatla iç içe, müziği, sanatı, insanlarla iletişim halinde olmayı, öğrenci yetiştirmeyi çok seviyor, buralardan besleniyor. Her ne kadar ameliyathaneler, laboratuvarlar onun vazgeçilmezleri olsa da hayatın içinde olmayı çok önemsiyor. Sadece ameliyat yapmıyor; insan, zihin, erdem, vicdanlı bilim gibi konulara da kafa yoruyor. Galiba onun farkı da buralarda ortaya çıkıyor. Kılıç’la bir araya geldik, hem bilim anlattı hem de nasıl yaşadığını...


 Yeni göreviniz hayırlı olsun...

Teşekkürler. Dünya Sanat ve Bilim Akademisi’ne 2021’de seçilmiştim. 2025 akademinin 65’inci yılı.
Mütevelli heyetine ilk kez tüm dünyadan bir beyin cerrahı seçiliyor. Türkiye’den bu akademiye seçilen 8’inci kişiyim.

 Bu akademinin önemi nedir? Nasıl ortaya çıkmış?

1. Dünya Savaşı’nda Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarının yarattığı dehşetten sonra başta J. Robert Oppenheimer (atom bombasını bulan kişi) olmak üzere biliminsanları kendilerini suçluyor. Bilimin böylesine yıkıcı bir amaçla kullanımı onları gerçekten hayal kırıklığına uğratıyor. Birleşmiş Milletler’in (BM) o dönemdeki amacı; dünyadaki görüş birliğini sağlayarak en azından bir başka dünya savaşı çıkmaması, yeniden böyle felaketler yaşanmaması. Hal böyleyken 1950’lerde hidrojen bombası deneniyor. Bunun üzerine Albert Einstein’la Bertrand Russell (İngiliz filozof, matematikçi) “Bilimin barışçıl amaçlarla kullanılmasını sağlamak lazım” deyip bir manifesto yayımlıyorlar. Biliminsanlarının siyasi karar vericiler üzerinde güç oluşturabileceği, milletler üstü bir kuruma ihtiyaçları olduğunu söylüyorlar. Ve akademi 1960’ta kuruluyor.

‘İNSAN BEYNİ DEĞİŞİYOR’

 Siz akademide ne yapmayı planlıyorsunuz?

Mütevelli heyetine girerken bir konuşma yapıyoruz ve ne yapmayı planladığımızı aktarıyoruz. Ben dünyanın artık hakikat sonrası (post-truth) dönemden erdem sonrası (post-virtue) döneme geçiş yapmakta olduğunu ve bu nedenle sadece sosyolojik, kültürel-sanatsal olayların ötesinde bilimde de artık bu erdem sonrası dönemin olumsuz etkilerinin görülebileceğini anlatan bir konuşma yaptım.

 ‘Erdem sonrası dönem’ derken tam olarak neyi kastediyorsunuz?

Post-truth, doğru olarak sunulanın gerçeklikle bağının kopmuş olması durumuydu bu. Doğru olarak anlatılan şeylerin esasında gerçeklikle ilişkisi olmadığı için yalan olduğu da söylenemiyordu; çünkü anlatılanların gerçeklikle ilişkisi yok. Özellikle ekonomide neoliberal sistem çok destek aldı bundan. Ve gelir eşitsizliği had safhaya vardı. Dünyada yüzde 1’lik kesim tüm zenginliğin neredeyse yüzde 40’ına sahip. Ve en alttaki yüzde 50, toplam zenginliğin neredeyse yüzde 6-7’sine... Bu kadar büyük bir dengesizlik normal karşılanır hale geldi. Ama hiçbir açıdan normal değil. Bir ahlaki çöküşün olacağı neredeyse kesin. Oysa bu bizim normalimiz haline geldi. Post-truth’ta bunu kabullendik ama en azından bir erdem anlayışımız vardı, “Bu kadar da olmaz” diyebiliyorduk. Ahlak, saygı, sevgi çerçevesinde yürüyen bir düzen, hâlâ erdemin güçlü olduğu bir anlayıştı. Ama artık gerçeklikle ilişkimizin kopmuş olması gibi erdemle de ilişkimiz kopuyor. Bu önemli bir tehlike.

Bu erdem sonrası dönemin işaretleri neler?

Özellikle Trump’ın başkan seçilmesinden sonra artık sınır kalmadı. Savaşan iki ülke var (Ukrayna-Rusya) ve savaşan ülkelerden birinin devlet başkanını çağırıp azarlıyorsunuz. Ve bütün dünya bunu seyrediyor. Hatta bunu bir pazarlama, bir üstünlük unsuru olarak kullanıyorsunuz. Bunlar övünülesi nitelikler haline geldi. Sıkıntı burada. Gazze olaylarını düşünün. ABD bir video klip yayımlıyor, tüm dünya televizyonlarına servis ediyor! İnsanın bir başka ülkeyle ilişkili olarak kötü niyeti ve gizli planı olabilir. Ve siz bu art niyetli ve utanç verici planınızı saklamaya çalışırdınız. Post-truth’ta en azından böyleydi. Gazze için 10-15 sene önce “Burada gece kulüplerinden, kumarhanelerden oluşan bir sahil şeridi, Arap Riviera’sı yapacağım” diyebilir miydiniz? Yaşamın güzelliğini düşünen bir biliminsanıysanız, Yahudi de, Müslüman da, ateist de olsanız burada yapılanın kötü bir şey olduğunu bilirsiniz. Erdem sonrası dönemde utanmak diye bir hayâ zaten yok. Bu, insan beyninin yapılanmasını da değiştiriyor. Eğitimi, insan beyninin amaçlarını da değiştiriyor.

Öğrencileri yakından gözlemliyorsunuz, değişim var mı?

Her yıl yaklaşık 280 öğrenciyle mülakat yapıyorum, öğrencilerdeki değişimi çok net görüyorum. Artık öğrencilerimizin bizim düşündüğümüzden farklı bir dünyaları var. Daha gerçekçiler. Zihinleri daha esnek. Fakat çocuklar çok daha fazla benmerkezci. Bunu artık kanıksamışlar ve bundan başka bir yaşam biçimi olamayacağı fikrindeler. Eskiden bir benmerkezcilik vardı, şimdi bir ‘ben’e tapınma var. İkisi arasında çok büyük bir fark var. Bir noktaya kadar benmerkezcilik olabilir ama sözgelimi başkalarının yıkımını göze alarak benmerkezcilik yoktu önceden. Artık bir başkasının önemi yok. Bir de ‘ben’e taparlığın geldiği noktada artık uzun yaşam ve insanın kendi ömrüne tutkun olması var. Bu insan beyninin çalışması açısından da bir değişim aslında, bir ölümlülük fikri yok çocuklarda.

 Tüm dünya longevity (uzun ve sağlıklı yaşam) peşinde, normal değil mi çocukların böyle hissetmesi?

Bedeni kutsayan bir kültür var. Yaşa da nasıl yaşarsan yaşa. Yaşamı bir savaşmış gibi görenler var. Bu nedenle mesela birçok kültürde iyi yaşamak, bilge yaşamak, erdemli yaşamak artık yok. Artık yeni onur kaynağı her şeye rağmen güçlü olmak. Dolayısıyla güçlü olmanın temel kuralı da sonsuza kadar sağlıklı olmak. Burada atlanılan şey ölümlülük kavramı. Tabii ölümlülük kavramını atladığınız zaman bir sonluluk anlayışını da atlıyorsunuz. Zannediyorsunuz ki sonsuza kadar yaşayacaksınız. Böyle bir zihin durumunun yaratılması sonucunda longevity falan ortaya çıkıyor. Derdim ölümle değil, ölümlülük kavramıyla. Ölüm korkusunu aşmanın en önemli yolu ölümlülük kavramının bilincine varmaktır. Çünkü burada bir son var. Son olmasa şu an yapacağımız seçimin önemi kalmıyor. ‘Nasıl daha iyi ve güzel bir dünya kurabiliriz’ sorusu ölümlülük olduğu için var. Anadolu coğrafyasının bilgelik damarlarından biri ölümlülükle verdiği sınavdır. Herhangi bir seçim yapıyor olabilmeniz için bir sonun olması lazım. Thomas Mann (Alman yazar) ‘Venedik’te Ölüm’ romanını “Yaşasın fanilik” diye bitirir.

‘KAFAYA TAKTIĞIM BİLİMİNSANLARININ MEZARLARINI ZİYARET EDİYORUM’

◊ Müzik benim için önemli. Her yerde, ameliyathanede bile müzik her an var. Çok iyi bir Pink Floyd dinleyicisiyim. David Gilmour ve Roger Waters neredeyse, gidiyorum oraya. İyi bir klasik müzik dinleyicisiyim, iyi bir bale izleyicisiyim. Sözgelimi San Francisco’da iyi bir bale varsa, bu benim San Francisco’ya gitmem için yeterli.

◊ Hayatımda televizyon yok, neredeyse sıfır. Dizilerden falan uzak duruyorum. Olup bitenleri sosyal medyadan takip ediyorum.

◊ Sanat tarihiyle ilgiliyim. Mesela Caravaggio’nun (İtalyan ressam) 68 eseri var, 68’ini de gördüm. Yani özel koleksiyonlar dışındaki bütün eserleri... Avrupa’da, ABD’de Caravaggio turu yaptım.

◊ Bir de böyle kafaya taktığım biilinsanlarının ve müzisyenlerin mezarlarına çok meraklıyım. Ziyarete gidiyorum. Yüzlerce mezarı ziyaret ettiğimi söyleyebilirim. Mümkünse yaşadıkları evleri görmeye çalışıyorum.

‘KORONA DÖNEMİNDE İNSANLIK SAVAŞAMADI... DEVAM ETSE NE GAZZE OLURDU NE UKRAYNA’

 Vicdanlı bilim nedir?

Vicdanlı bilim, yaşamın iyiliğini temel alan ve bilimsel metodolojiyle verilmiş kararların bütünüdür. Ama unutmamak lazım ki her parçayı bütün etkiliyor. İşte bu da seçtiğimiz bütünün ne olduğuna bağlı. Vicdanlı bilimde hedef ülkeler, sizin ait olduğunuzu zannettiğiniz o alt grup değil. Esas hedef yaşamın zenginliği. Vicdanlı bilim, yaşamın tümünü referans alan bilimdir. 

 Günümüzün bilimi ne kadar vicdanlı?

Sonuçta biliminsanları da bu dünyanın ve kültürün bir parçası. Akademinin rolü bütünün kendisinin, tüm yaşamı referans alan bir şey olduğunu herkese anlatabilmek. Bütün dediğimiz şey de tüm yaşamın kenetlenmiş, bir aradaki hali. Bu açıdan baktığınızda artık siyasi sınırlar önemini kaybediyor. Tek tarafınız yaşamın iyiliği ve güzelliği. Vicdan ve bilgiyi bir araya getirdiğiniz zaman ve bunu süreklilik haline getirdiğinizde bir bilgelik çekirdeği yavaş yavaş kendiliğinden oluşuyor. İnsanın artık yaşam içinde ‘nasıl daha üstün olabilirim’den ‘nasıl daha güzel bir dünya kurabilirim’e geçişinde önemli bir eşik.

 Biliminsanlarının seçimlerinin önemli olduğunu söylüyorsunuz...

Bugün laboratuvarda bir aşı geliştirirken gelecekteki bir pandemiyi mi düşünüyorsunuz, şirketinize para kazandırmayı mı, yoksa yarattığınız bir virüsün ordu tarafından silah olarak kullanılmasını mı? Bütün bunlar benzer bilimsel metotlarla yapılan fakat farklı  amaçları olan işler. Üçünün de araştırılması aynı laboratuvarda yapılıyor, fark ne? Farklılık, ait olduğun bütüne nasıl bir katkı sağlamak istediğin. Bakın, koronadan sonra insanın doğanın karşısında ne kadar güçsüz olduğunu anladık. Korona döneminde insanlık savaşamadı. Korona bitti, Ukrayna savaşı çıktı, Gazze çıktı. Korona devam etse ne Gazze olurdu ne Ukrayna.

‘PAZAR KAHVALTISINA MUTLAKA GELİNECEK’

 Heybeliada’da yaşıyorum. Sabah 5.30’da kalkıyorum. Gündoğumunu seyretmek benim için çok önemli. Meditasyon gibi bir şey. 6’da eşim kalkıyor ve güzel kahvaltımı hazırlıyor. Kahvaltı da benim için önemli bir şey. Öğle yemeği yemiyorum.

 Saat 8.00 gibi ameliyatlara başlıyorum. En az 2-3 ameliyat yapıyorum. Yazın 17.30-18.00 gibi hava iyiyse teknemle adaya dönüyorum. Heybeliada, Çam Limanı’nda demirliyorum. Eşim, uygunsa bazen çocuklar da geliyorlar, yemeğimizi orada yiyoruz. Denize giriyoruz, zaman geçiriyoruz. Sonra evimize geçiyoruz. 22.30 gibi uyuyorum.

 Ada yaşantısı terapi gibi. Mümkün olduğunca her gün yürüyüş yapıyorum. İsterse gece 22.00’de olsun... 7-8 bin adım atıyorum. Eşimle yürüyoruz. Bol bol sohbet ediyoruz, yürüyüşler bizim dedikodu yapma zamanımız.

 Ayda bir kez ‘perşembe-pazar tatili’ yapmaya, mutlaka başka bir ülkeye gitmeye çalışıyorum. Bazen kongreye denk getiriyorum. Son zamanlarda toplantılara eşimle gidip, gittiğimiz şehri geziyoruz. İyi yemek yemeye çok düşkünüm. İştahım çok.

 Bizim ailede bir tek kural var; bütün kurallar esneyebilir ama eğer acil bir şey, ameliyat falan yoksa -oğlum da beyin cerrahı- pazar kahvaltıları bir arada yapılır. O pazar kahvaltısına mutlaka gelinecek. İsterse yemesin ama sofraya oturulacak.

 

‘POLİKLİNİK YAPMAYA VAPURDA BAŞLIYORUM’

◊ 7.00 vapuru benim için günün en önemli ritüellerinden biri. Yolculuk 20-25 dakika sürüyor Bostancı’ya. Vapurda yıllardır aynı yerde oturuyorum. Ve bütün Adalılar yerimi bilir. Benim polikliniğim vapurda başlıyor aslında. Problemi olanlar gelip beni vapurda bulur. Gün içinde asla sabit olamadığım kadar vapurda sabitim. Geçenlerde ilginç bir şey oldu. Daha önce ameliyat ettiğim bir hasta kontrol için MR çektirmiş, geldi, “Hocam şu filmlere bakar mısınız” dedi. Baktım, bir şeyi yok. Havadan sudan sohbet ettik. Bostancı’ya geldik, dedim ki “Hastaneye gidiyorsan seni de bırakayım”. “Yok Hocam, sadece filmleri göstermek için bindim vapura, şimdi geri dönüyorum” dedi.

 

Kaynak: https://www.hurriyet.com.tr/kelebek/hurriyet-pazar/beyin-cerrahi-prof-dr-turker-kilic-erdemle-iliskimiz-kopuyor-bu-onemli-bir-tehlike-42940103